27 Kasım 2017 Pazartesi

Geçip gidiyor rüzgarlar

Rivayet olunduğuna göre Süleyman (a.s) İfrit'e, "kelam"in ne demek olduğunu "sormuş da, İfrit de, "geçip giden bir rüzgar" diye tarif eylemiş, bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s), "Peki o sözü zapt u rapt altına almanın yolu nedir?" deyince, İfrit de, "Yazmaktır" cevabını vermiştir.*
.....
Geçip gidiyor rüzgarlar, zapt edemiyorum. Oysa ne çok şey var söylenmeye muhtaç. Ben ona buna söylenirken gün içinde, başımın üzerinden esip gidiyorlar işte. Ağızdan çıkan kelam, kalemden dökülecek olana mani oluyor. İnsan kendi kendine çelme takmaya yazgılı mıdır illa?

*Tefsir-i Kebir Mefâtihul-Gayb



22 Kasım 2017 Çarşamba

Mutluluk Onay Belgesi (Fatma Barbarosoğlu)

Hayatımın entelektüel anlamda en durgun dönemlerinden birini yaşıyorum. Yeni bir ev, yeni insanlar, yeni sorumluluklar derken son aylarda pek fazla okuyamadım. Sadece kitaplardan bahsetmiyorum, internetten takip ettiğim köşe yazıları ve bloglara da zaman ayıramadım. Yayın hayatının başından beri takip ettiğim Nihayet dergisinin son bir kaç sayısını sadakatle almaya devam etsem de, birinin bile kapağını açmadım. Açsaydım, aynı sıralarda Fatma Barbarosoğlu’nun da dergiden koptuğunu görmüş olurdum! Ve kendisinin Yeni şafak’taki köşe yazılarına ara vermemiş olsaydım, yeni kitabındaki öykülerin ilk bölümlerini yayınladığını, devamını da okuyucudan talep ettiğini vaktinde görür, belki öykülerden birine bir son yazmayı denerdim. Kısmet değilmiş.

Bahsi geçen kitap, ‘Mutluluk Onay Belgesi’ adıyla çıkar çıkmaz ön siparişle aldım, okudum ben de. Öykü kitaplarını severim. Fatma Barbarosoğlu öykülerini ayrı severim. Beni hayata çağırmak, zihnimdeki odadan çıkarmak gibi bir özellikleri var çünkü. (Ânın çocuğu olmayı başaramayan biri için büyük nimet.) Bu kitaptaki öyküler de farklı değildi bu anlamda. Ama çıkış noktası ve işleniş şekli açısından diğer kitaplarından (muhtemelen diğer bütün öykü kitaplarından) farklıydı. Çıkış noktası derken konuyu kastetmiyorum. Öykülerin konusu ortak: Sosyal medya ve iletişim araçlarının hayatımızı nasıl değiştirdiği. İlk kez işlenen bir konu değil malumunuz. Ve lakin yazarın çıkış noktası, yani “niyeti” kitabı farklı kılıyor. Fatma Hanım öykülerinin ilk bölümlerini her hafta köşesinde yayınlayarak devamını okuyucudan talep ediyor, gelen sonları değerlendirerek kitabın ikinci bölümüne koyuyor. İkinci bölüme yazdığı önsözün başlığı şu: “İşte burası bizim “BİZ” olarak karşılaştığımız yer.” Doğal karşılaşma mekânlarını yitirdiğimizden dertlenen bir yazarın, okuyucusuna edebiyatı bir buluşma noktası olarak, bir kitabın iki kapağı arasında sunuşu bu. Aynı başlangıçtan farklı sonlar yazalım, aynı soruna farklı pencerelerden bakalım diyerek okuyucusuna sesini duyurma fırsatı veriyor. Bu interaktif çalışmanın bir kitap olarak çıkması ise işin asıl güzelliği. Çünkü yazar okuyucu karşılaşmaları çeşitli sosyal medya alanlarında zaten her gün, her saat gerçekleşiyor. Fatma Hanım’da Twitter’da oldukça aktif bir yazar. Okuyucusuyla daim iletişim halinde. Ama amiyane tabirle “kaypak” olarak nitelendirebileceğimiz sosyal medya ortamlarındaki buluşmanın istikrarının, hatta kalitesinin garantisi yok. Bir lakabın ardındaki insan, dilinin kemiksizliğinin avantajını sonuna kadar kullanabiliyor. Dürüst ve yerinde bir yorumun da kalıcılığının garantisi yok. Ortak kullanım alanı olarak sosyal medyanın avantajları oldukça kötüye kullanılıyor. Sonuç olarak internet verileri sosyolojik bir çalışma için kullanışsız bir hal alıyor.

“Bizim şikayete değil hikâyete ihtiyacımız var” diyor yazar ikinci bölümün önsözünde. 140 karakterle veya fotoğraf kareleriyle derdimizi anlatamadığımızdan bahsediyor. Meselesi olan bir yazar olarak hikayenin imkanlarını kullanıyor derdini/derdimizi anlatmak için. Okuyucuya da aynı fırsatı veriyor. Okuyucu bu fırsatı nasıl kullanıyor peki? Gönderilen sonların büyük bir kısmında bahsettiğim çıkış noktasını, arkada yatan niyeti es geçerek bana kalırsa. Güzel metinler, çoğu hikâyenin başına uygun ama yazarın ilk bölümlerde açıkça verdiği ipuçlarına rağmen bambaşka noktalara vurgular yapılmış okuyucu sonlarında. Duygulandıran veya güldüren sonlar yazmışlar. Başarılı olanlar da var bu konuda (özellikle gençler beni çok şaşırttı) ama büyük çoğunluğu ‘meseleyi’ atlamış bence. Bir son yazsaydım muhtemelen benim de yapacağım gibi. 

Fatma Hanım’ın kendisine gelen sonlardan nasıl bir sosyolojik çıkarım yapacağını kestiremiyorum. Benim gördüğüm, sosyal medya ve iletişim araçlarının sadece alışkanlıklarımızı değil bakış açılarımızı, olayları algılayış şeklimizi de değiştirmiş olduğu. Bir zamanlar absürd olduğunu düşündüğümüz karakterleri nasıl da kanıksadığımız. “21. yüzyılın teknolojisine kelimelerimizi, duygularımızı, benliğimizi kaptırıyoruz” derken bunu mu kastediyordu acaba yazar?


Not: Geçenlerde Twitter’da, kitabı okuyan okuyucularından nasıl okuduklarına dair geri bildirimde bulunmalarını rica etti Fatma Hanım. Sonrasında bu geri bildirimleri kendi sitesine göndermelerini isteyerek, kitabın ikinci baskısında da onlara yer vereceğini söyledi. Gittikçe gelişen, okuyucunun katkısıyla zenginleşen enteresan bir çalışmaya dönüşüyor kitap. Sonradan gelecek pek çoklarına esin kaynağı olur umarım.

Not2:Kitabın ilk bölümünde yazarın hikayeleri, ikinci bölümünde de sırasıyla okuyucu sonları var. Başlangıçta uygun gelmedi bana bu, hikaye sonlarının asıl hikayelerin hemen ardından gelmesi gerektiğini düşündüm. Ama bitirdikten sonra bu halinin daha derli toplu olduğuna karar verdim. İki bölümün birbirinden ayrılması çalışmaya daha geriden bakabilmemiz için gerekliydi sanırım.



Not3: Her iki bölümde de, hikayelerden hemen önce konuya işaret eden kısa alıntılar vardı. Çok hoş bir detay olarak aklımda kaldı bu da.

21 Kasım 2017 Salı

Çünkü o...

İnsan yeryüzünü imâr etmek ve gönül mahsulü eserler meydana getirmekle mükelleftir. 
Çünkü o, yeryüzünde Allah'ın halifesi olmak için yaratılmıştır. 
Nebiler Silsilesi - Osman Nuri Topbaş