Hayatımın entelektüel anlamda en durgun dönemlerinden birini
yaşıyorum. Yeni bir ev, yeni insanlar, yeni sorumluluklar derken son aylarda
pek fazla okuyamadım. Sadece kitaplardan bahsetmiyorum, internetten takip
ettiğim köşe yazıları ve bloglara da zaman ayıramadım. Yayın hayatının başından
beri takip ettiğim Nihayet dergisinin son bir kaç sayısını sadakatle almaya
devam etsem de, birinin bile kapağını açmadım. Açsaydım, aynı sıralarda Fatma
Barbarosoğlu’nun da dergiden koptuğunu görmüş olurdum! Ve kendisinin Yeni
şafak’taki köşe yazılarına ara vermemiş olsaydım, yeni kitabındaki öykülerin
ilk bölümlerini yayınladığını, devamını da okuyucudan talep ettiğini vaktinde
görür, belki öykülerden birine bir son yazmayı denerdim. Kısmet değilmiş.
Bahsi geçen kitap, ‘Mutluluk Onay Belgesi’ adıyla çıkar
çıkmaz ön siparişle aldım, okudum ben de. Öykü kitaplarını severim. Fatma
Barbarosoğlu öykülerini ayrı severim. Beni hayata çağırmak, zihnimdeki odadan
çıkarmak gibi bir özellikleri var çünkü. (Ânın çocuğu olmayı başaramayan biri
için büyük nimet.) Bu kitaptaki öyküler de farklı değildi bu anlamda. Ama çıkış
noktası ve işleniş şekli açısından diğer kitaplarından (muhtemelen diğer bütün
öykü kitaplarından) farklıydı. Çıkış noktası derken konuyu kastetmiyorum. Öykülerin
konusu ortak: Sosyal medya ve iletişim araçlarının hayatımızı nasıl
değiştirdiği. İlk kez işlenen bir konu değil malumunuz. Ve lakin yazarın çıkış
noktası, yani “niyeti” kitabı farklı kılıyor. Fatma Hanım öykülerinin ilk
bölümlerini her hafta köşesinde yayınlayarak devamını okuyucudan talep ediyor,
gelen sonları değerlendirerek kitabın ikinci bölümüne koyuyor. İkinci bölüme
yazdığı önsözün başlığı şu: “İşte burası
bizim “BİZ” olarak karşılaştığımız yer.” Doğal karşılaşma mekânlarını
yitirdiğimizden dertlenen bir yazarın, okuyucusuna edebiyatı bir buluşma
noktası olarak, bir kitabın iki kapağı arasında sunuşu bu. Aynı başlangıçtan
farklı sonlar yazalım, aynı soruna farklı pencerelerden bakalım diyerek
okuyucusuna sesini duyurma fırsatı veriyor. Bu interaktif çalışmanın bir kitap
olarak çıkması ise işin asıl güzelliği. Çünkü yazar okuyucu karşılaşmaları çeşitli sosyal medya alanlarında zaten her gün, her saat gerçekleşiyor.
Fatma Hanım’da Twitter’da oldukça aktif bir yazar. Okuyucusuyla daim iletişim
halinde. Ama amiyane tabirle “kaypak” olarak nitelendirebileceğimiz sosyal
medya ortamlarındaki buluşmanın istikrarının, hatta kalitesinin garantisi yok.
Bir lakabın ardındaki insan, dilinin kemiksizliğinin avantajını sonuna kadar
kullanabiliyor. Dürüst ve yerinde bir yorumun da kalıcılığının garantisi yok. Ortak
kullanım alanı olarak sosyal medyanın avantajları oldukça kötüye kullanılıyor. Sonuç
olarak internet verileri sosyolojik bir çalışma için kullanışsız bir hal alıyor.
“Bizim şikayete değil hikâyete ihtiyacımız var” diyor yazar
ikinci bölümün önsözünde. 140 karakterle veya fotoğraf kareleriyle derdimizi
anlatamadığımızdan bahsediyor. Meselesi olan bir yazar olarak hikayenin
imkanlarını kullanıyor derdini/derdimizi anlatmak için. Okuyucuya da aynı
fırsatı veriyor. Okuyucu bu fırsatı nasıl kullanıyor peki? Gönderilen sonların
büyük bir kısmında bahsettiğim çıkış noktasını, arkada yatan niyeti es geçerek
bana kalırsa. Güzel metinler, çoğu hikâyenin başına uygun ama yazarın ilk
bölümlerde açıkça verdiği ipuçlarına rağmen bambaşka noktalara vurgular yapılmış
okuyucu sonlarında. Duygulandıran veya güldüren sonlar yazmışlar. Başarılı
olanlar da var bu konuda (özellikle gençler beni çok şaşırttı) ama büyük çoğunluğu ‘meseleyi’ atlamış bence. Bir son
yazsaydım muhtemelen benim de yapacağım gibi.
Fatma Hanım’ın kendisine gelen sonlardan nasıl bir
sosyolojik çıkarım yapacağını kestiremiyorum. Benim gördüğüm, sosyal medya ve
iletişim araçlarının sadece alışkanlıklarımızı değil bakış açılarımızı,
olayları algılayış şeklimizi de değiştirmiş olduğu. Bir zamanlar absürd
olduğunu düşündüğümüz karakterleri nasıl da kanıksadığımız. “21. yüzyılın
teknolojisine kelimelerimizi, duygularımızı, benliğimizi kaptırıyoruz” derken
bunu mu kastediyordu acaba yazar?
Not: Geçenlerde Twitter’da, kitabı okuyan okuyucularından nasıl okuduklarına dair geri bildirimde bulunmalarını rica etti Fatma Hanım. Sonrasında bu geri bildirimleri kendi sitesine göndermelerini isteyerek, kitabın ikinci baskısında da onlara yer vereceğini söyledi. Gittikçe gelişen, okuyucunun katkısıyla zenginleşen enteresan bir çalışmaya dönüşüyor kitap. Sonradan gelecek pek çoklarına esin kaynağı olur umarım.
Not2:Kitabın ilk bölümünde yazarın hikayeleri, ikinci bölümünde de sırasıyla okuyucu sonları var. Başlangıçta uygun gelmedi bana bu, hikaye sonlarının asıl hikayelerin hemen ardından gelmesi gerektiğini düşündüm. Ama bitirdikten sonra bu halinin daha derli toplu olduğuna karar verdim. İki bölümün birbirinden ayrılması çalışmaya daha geriden bakabilmemiz için gerekliydi sanırım.
Not3: Her iki bölümde de, hikayelerden hemen önce konuya işaret eden kısa alıntılar vardı. Çok hoş bir detay olarak aklımda kaldı bu da.