18 Kasım 2019 Pazartesi

Yeniden Okumalar

Kısa vapur yolculuklarında abisiyle kim-kimdir oyunu oynayan küçük bir kız. Yıllar sonra üniversiteden "dava" arkadaşlarıyla buluşup değişenleri ve değişmeyenleri müşahede eden bir kadın. Başka bir ülkeden gelen, pazarda rastladığı bir kadını araştırmasına dahil etmek için uğraşan ve neden yüz bulamadığını anlayamayan Hülya Koçyiğit tavırlı kadın. Kendisi tamamen iştahsız olduğu için başkalarının yemeklerden aldığı lezzeti kovalayan, bu nedenle evinde sürekli yemek davetleri veren Kuru Emine Hanım. Hayatında iki tane, ikisi de ölmüş Cenan bulunan sürgün bir öğretmen. Seher vakti baktığı hiç bir yerde ışık göremeyen bu yüzden şehre iyice yabancılaşan yaşlı bir adam; onun dağlar kadar katı zannettiği ama aslında dedesinin acısını yoğun bir şekilde hisseden torunu. Duyduğu yalanları engelleyemediği bir bulantıyla tespit eden doğal yalan makinesi kadın. Kızları ölüp ardında bir bebek bırakmış orta yaşlı bir çift. Hayatında ilk defa taksitle alışveriş yapan ve bunun yükünü bir gece bile taşıyamayan Bekir Efendi. Küçük bir şehir ve o şehrin esnafları. Televizyona çıkıp ünlü olmayı aklına koymuş, bu yüzden kendine kayıp bir aile uydurmuş genç bir adam.

Bu karakterleri Fatma Barbarosoğlu'nun 'Senin Hikayen' adlı öykü derlemesinden toplayıp getirdim. Ne zamandır niyet ettiğim 'Yeniden Okumalar'a da bu vesileyle başlamış oldum. İnşallah zaman zaman raflarımdaki okunmuş kitaplara dönerek tekrar -ve daha dikkatli- okumalar yapacağım. Çoğunlukla öyküler üzerinden ilerleyerek sanırım...



Not: Senin Hikayen Fatma Barbarosoğlu'nun okuduğum ilk kitabı. Yeniden Okumalar'ın ilk kitabı olma bahtına da bu sayede erdi. İlk seferi Kasım 2009'da okumuşum, ikincisi Kasım 2019. Bu ise planlı değil, tamamen tevafuk. :)

Not 2: Yeniden Okumalar'ın ikinci kitabına başladım; o da Cihan Aktaş'ın ilk okuduğum kitabı olan Ağzı Var Dili Yok Şehrazat.

Not 3: Bütün tekrar okumalarım ilk kitaplardan ibaret olmayacak inşallah. :)

17 Kasım 2019 Pazar

Öz seçimli şükür anları

Bebeği uyuturken okuyabiliyorsam bir kitap okuyorum, yoksa telefondan bir şeyler bakıyorum. Bu kez Feedley'de eski bloglarımdan kalmış yazılarımı okudum biraz. Bir tanesinde bir şükür anından bahsetmişim. Odamda, ışıklar sönük, elimde zikirmatikle tespih çekerek yürürken pencere önüne tünemiş kedime seslenmiş, dönüp bakınca da "benim seslenince bakan bi kedim var yav" diye bir farkındalık ve şükür anı yaşamışım. Bunu okuyunca daha çok -ve bilinçli- şükürler etmem gerektiğini düşündüm. Bilinçli derken "öz seçimimle" demek istiyorum. Yani illa iyi bir şey olduğunda şükretmek yetmez, hayatın iyi taraflarını görmek için özel çaba sarf edip şükür etmek için sebepler bulmalıyım diyorum.

Bunun için büyük çabalara da lüzum yok. Misal bugün eşim çalışmaya gitmedi, Pazar gününü evde bizimle geçirdi. Normalde her gün ve uzun saatler çalışır, o nedenle bence şükre layık bir gün oldu bu. Geçen gün çocukluk arkadaşlarımdan biriyle karşılaştım bir okumada. Uzun uzun sohbet ettik. Gördüm ki, eskiden benim de olduğu gibi, çalışmasının karşılığını doğru düzgün alamadığı, sıkıntılı bir işi var. Son derece mutsuz ama maalesef kalmaya mecbur. Onu dinleyince gerçekten halime şükrettim ve yukarıda bahsi geçen iş-kolik kocamın evde geçirdiği zamanın azlığı konusunda şikayetlerimi azaltmaya karar verdim. Sonuçta adamcağız bizim için çalışıyor o kadar. Bu da ikinci ve büyük bir şükür sebebi örneği olsun. Rabbim güzel arkadaşıma da yardım etsin, feraha ulaştırsın.

8 Kasım 2019 Cuma

Yıllar, yeniden okunanlar, yeni açılımlar

Tavrını onaylamadıklarını belirtmek için "Keşke sen de..." deyip susmuşlardı. "Keşke ben de ne? Soruyu tamamlamalarını istemenin manasız olduğunu onca yarım kalmış cümlenin ardından artık iyice öğrenmişti. Keşke sen de başını açsaydın. Keşke sen de seni ilgilendirmeyen hiçbir şeye karışmamış olsaydın. Keşke sen de... Uzar giderdi. Her biri heykeltıraştı karşısında. Keşke diye diye bütün uzuvlarını, düşüncelerini yontmaya başlamışlardı.

Yukarıdaki alıntı, Fatma Barbarosoğlu'nun Senin Hikayen adlı öykü kitabındaki "Kapanmayan Yaralar Antolojisi" adlı öyküsünden. Seneler önce okumuştum bu öyküyü. O zamanlar keşkelerle ruhumu yontan insanlar yokmuş herhalde hayatımda, ki yukarıdaki paragraf dikkatimi çekmemiş. Bakalım önümüzdeki yıllar bizi daha nelerle karşılaştıracak da algımızı genişletecek böyle. :)