23 Aralık 2017 Cumartesi

Bir Akşamdı (Peyami Safa)

İlk cümleler
Hatırlıyor… Bir akşamdı…

Anlatıcı
Çok canlı bir ses. Muzip. Olacakları bilen, yine de bizimle beraber, adeta keyifle, tekrar izleyen. Son bölümde Meliha'nın hayatından gelip geçenlerin hayaletleri arasında beliren, onlardan hesap soran. 

Bir karakter: Kamil
“Sergüzeştin ne pusulası ne haritası vardır.”

Böyle diyor Kamil. Hiçbir ahlaki sorumluluk yüklenmediği hayatının sloganı olabilir bu cümle. Gönlünce yaşamak, bunu yaparken başkalarının hayat rotasını nasıl değiştirdiğini önemsememek Kamil’in hayat felsefesinin özünü oluşturuyor. O sadece kendisi için yaşıyor. Hoşuna giden bir akraba kızını kandırıp, hasta babasıyla annesinin yanından koparabilmesi bundan. Yani sadece ahlaki değil toplumsal baskıdan da muaf bir karakter bu. Kamil için: Olacak şey mühimdir. Olmuşun hiç ehemmiyeti yoktur.

Türk edebiyatında örneğini görmediğim özgün bir tip olduğu için aklımda kaldı. (Aşk-ı Memnu’nun Behlül’ü bile her şey ortaya çıktığı zaman kaçıp gitmişti.) Yoksa içinde bulunduğumuz çağın insanlarının (özellikle gençlerin) bencilliği ve umursamazlığı yanında Kamil’in lafını etmeye bile değmez…

Şahane bir savaş tasviri
Harp meydanı. Orada, yüz elli kişinin bir anda berhava olması. Orada ufka bakan bir çift güzel gözün bir anda kararması, delinmesi, kan püskürmesi. Orada, dimdik dururken yere çöküşler. Orada, haykırışların en samimileri. Orada, bin anayı hıçkırtacak bir gülle. Orada, dibi kurumuş bir matra ağzına yapışan çatlak dudakların karı ve sevgili dudaklarını özleyişi. Orada, ölüm, her saniye kulak dibinde vızıldar. Aman efendim diyor Kamil, aman, ben anlatamam. Başını sallıyor, sallıyor, kaç kere tekrarlıyor: Harp… Harp bu… Harp.

Bir kaç alıntı
Sen hem bir kızdın, hem beyaz esvaplıydın.
Sabahları bahçe kapısının eşiğinde parıldardın. Hava senin alevini içer, mest olur, dalgalanır ve bakir vücudunu üflerdi. Güneş seni âşıkane bir tehalükle kucaklardı. Hava, güneş ve baban sana aşıktılar.
Pencerende göründüğün vakit, İzmit bir leylak demeti gibi bembeyaz açılırdı, körfez yanardı, bülbül çıldırırdı, çiçekleri sulayan ve öksüren baba, seni görünce o gün ölmeyeceğini bilirdi. 

***
Bu bir roman. Kendini sahifelerde araştırıyor. Nasıl bir kadınım ben? Bir hayalperver. Kitap ve gazete sahifelerinin yetiştirdiği ve İzmit’teki baskılı, düş hayatın feveran ettirdiği roman kızı. 

***
Bu asrın büyük seciyelerinden biri ‘fevkaliyat’a meclubiyetidir. Eskiler itiyatta zevk bulurlardı. İtiyada karşı harp açan ilk asır budur. 

Sözün özü
İşte, Meliha, kelebek kadar bile hüviyeti bariz olmayan meçhul, isimsiz, firarî, fettan, uçucu bir emel peşinde heveslerinin ve ihtiraslarının coşkunluğunu hissederek yaşadığını anlamıştı. Yaşamak arzusu, asrın düsturu.
Bir şey daha anlamıştı ki, bu kelebek tutulduğu anda bütün lezzetler kaybolur, bütün vehimler silinir ve dünyevi tadların rengarenk bulutları arasında korkunç bir şey görünür: Boşluk. Derin bir can sıkıntısı ruhu kaplar. Can sıkıntısı, asrın hastalığı.