25 Nisan 2021 Pazar

Anlık bir isyanımsı

Eşimi aradım, yine biriyle konuşuyordu. Şaşırmadım. Ömrü telefon konuşmalarıyla geçer, bense düzenli aradığı kişi sayısı üçü geçmeyen biriyim. Benzeşmediğimiz bir milyon şeyden sadece bir tanesi bu. Yine de Rabbim muhabbet vermiş dört senedir yürüyoruz elhamdülillah.

Yürüyoruz dediğim tabi ki de mecaz, yoksa aylar oldu şöyle yan yana yürüdüğümüz yok. Pandemi yüzünden evden çıktığım yok hatta. Eskiden sıkça gittiğim Beyazıt, Eminönü, Üsküdar, Emirgan gibi yerleri düşündükçe burnumun direği sızlıyor. İki buçuk yaşında bir evladımız ve kronik hasta büyüklerimiz olduğu için sabrı katık ettim, ruhum yarı aç bekliyorum da bekliyorum. Yine de bu kadar sakınım fazla geliyor bazen bünyeme. Eski yazılar, eski fotoğraflar arasında kayboluyorum. Bir türbe bahçesine, bir cami avlusuna hasret kalan gönlümü yatıştıracak teselli bulamıyorum... 

17 Nisan 2021 Cumartesi

Zaman yönetimi, mükemmeliyet ve gelişine yaşamak

Ramazan'da zamanın, daha doğrusu hayatın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Hep meşgul hissediyorum kendimi ama bunun gözenekleri geniş bir meşguliyet hali olduğunun da farkındayım. Demek istediğim, sürekli bir şey yapıyor gibi görünsem de doldurabileceğim sürüyle boşluk var günlük hayatımda biliyorum. Zaman yönetimim her daim felaket olmuştur! Aslında bir iki aydır küçük bir not defterine günlük planlar yapıp uygulamaya çalışıyordum ve bu, muhteşem bir dönüşüme yol açmasa da, şöyle böyle işe yarıyordu. Ama Ramazan öncesi 10 günlüğüne şehir dışına çıkınca benim programlar da aniden kesiliverdi. Yanıma aldığım Görsel Arapça kitabının kapağını açamadım. Not defterimi elime alıp da bir satır yazamadım. İki kitap götürdüm, birinin yarısını bile bitiremedim. Bunların yerine küçük bir kasabanın sokaklarında şahane yürüyüşler ve mevsim nedeniyle bomboş olan sahillerde kafa dinleten deniz seyirleri yaptım. Üstüne temiz hava bol gıda. Nasıl da ihtiyacım varmış böyle bir molaya, ben bile şaşırdım.

Neyse, işte sonra Ramazan geldi, hoş geldi. Kendi telaşesiyle beraber geldi. Neredeyse bir haftası da geçti gitti. İki gün önceydi, "artık silkelen de Arapça'ya yeniden başla" dedi içimdeki bir ses. Kendisine hak verip youtube'dan indirdiğim Beyneyedeyk videolarından birini açtım. Sonra dün bir diğerini. "Atalet ve rehavetin tek ilacı var" demiştim geçenlerde kız kardeşime, "o da işe bir yerinden başlamak." Başlayınca hakikaten devamı geliyor. İki gündür sadece ekrana bakarak ders dinliyorum, bugün okumalarıma yeniden başlamak ve küçük not defterimi açıp da yeniden program oluşturmak isteği geldi içime. Fakat hiç bir mükemmeliyet kaygısı olmadan, salaş ve gelişine bir tavırla. Çünkü içinde bulunduğun kırk yaşında idrak ettiğim bir şey var: 'Yapacaksam en iyisi en kapsamlısı olsun' düşüncesi beni yavaşlatmaktan başka bir işe yaramıyor! Ben mükemmel değilim, hiç bir zaman da olmadım. Mükemmel olmayı mecburiyet zannedip kendime eziyet ettim sadece. Artık not bile almadan Arapça videoları izliyorum, kitap okurken ayrıntılı notlar almayı bıraktım ve not defterime iki günde bırakacağım aşırı özenli program ve şablonlar çizmiyorum. Aslolan süreklilik çünkü. Hızla koşup hemen yorulmaktansa yavaş yavaş kısa mesafeler almak. Ama her gün, hiç bırakmadan. 

Böyle böyle geriye bir bakıyorsun, sürüyle adım atmışsın. Bir şeyler seni değiştirecek kadar birikmiş. Artık başlangıçtaki o insan değilmişsin...