19 Ekim 2019 Cumartesi

4 Ekim 2019

Yazmam gereken şeyler var.
Mesela babam.
Mesela babamın sesi.

Mesela bir defter içine konmuş çok eski bir fotoğraf: Motoruna binmişiz beraber, arkasına oturmuş beline sarılmışım sıkıca. Kameraya bakıp gülümsemişim.

Mesela arabadayken aklıma bu anının gelmesi ve eşime anlatmam, hem ağlayıp hem gülerek. Aynı gün eşyaları arasında bu fotoğrafın çıkması.

Gençlik fotoğraflarındaki o muziplik. (İlk defa fark ediyorum babamdan bunu almış olduğumu.)

Son ziyaretimde vedalaşırken el sallayacağıma odasına kadar gidip onu yanaklarından öpüşüm. Bunun sonradan verdiği gönül ferahlığı.

Babamın küçük dürbünü.

Babamın tespihleri.

Babamın masasında otururkenki görüntüsü.

Ve babamın sesi.
Yaş aldıkça yumuşayıp güzelleşen.
Babamın sesi.
Bir süredir duymadığım.

Çünkü anneni aradığında, babam nasıl diye sorup selam gönderirsin ve bu yeterli olur.

Çünkü baba evi küçük çocuğun için biraz soğuktur ve kardeşlerden birinin evinde toplanmayı tercih edersiniz.

Çünkü nedense insana annesi babası hiç ölmez gibi gelir.

Ama herkes gibi onlar da ölür.
Sonra sesini en son hangi tarihte duymuştum diye kayıtları tararsın. O anı saati saatine bilmek sanki hayat memat meselesidir. Bilemediğinde, bulamadığında, neden bilmem insanın yüreğine büyük bir ağırlık çöküverir.

Bundan mıdır bilmiyorum. Babam öldüğünde en çok sesini aradım. En çok sesini özledim. Yaş aldıkça yumuşayıp güzelleşen sesini...