17 Haziran 2020 Çarşamba

Nur ve Mustafa Kutlu

Her okuduğumu yazmıyorum. Yani bu bloğa. Yoksa okuma notlarımı düzenli olarak yazdığım bir başka bloğum var. Hatırlamak istediklerimi oraya yazıyorum, paylaşmak istediklerimi buraya. Misal yarım kalmış The Moving Finger'ı bitirdim geçenlerde, oraya küçük bir not atmak yeterli oldu. Lakin Mustafa Kutlu'nun Nur'undan bahsetmeden geçemedim. Neyinden bahsedeceğim onu da anlatmak zor ya şu kısacık arada, bir deneyeyim. Karışık bir sırayla aklımda kalanlar şöyle: 

Nur. 
Sinan.
Nur'un arayışı.
Nur'un güzelliği. 
Nur'un iyiliği. 
Sadece arayanların bulduğu gerçeği.

Her arayan bulamaz, ama bulanlar ancak arayanlardır. Bunu anlatıyor Nur. Tasavvuf'u edebiyat marifetiyle tanıtmaya da çalışıyor. Edebiyatın aracı olduğu anlatımlar benim için her zaman daha anlaşılır ve kalıcı olmuştur. Bir konuyu kitaptan düz okuduğumla bir hikayedeki karakterin ağzından duyduğum arasında kavrayış-yada en azından odak- farkı hep olmuştur. Mustafa Kutlu'yu anlamaya başladığım kitabının, kendisini bir karakter olarak içine koyduğu Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı olması da buna en güzel örnektir herhalde.

Geçenlerde bir arkadaşım Mustafa Kutlu hiç okumadığını ve düşündüğünü söylemişti. Doğal bir yazar olduğunu söyleyerek tavsiye ettim. Kısaca tarif edecek başka bir tanım bulamadım. Ama sanıyorum okurları ne demek istediğimi anlayacaktır. Mustafa Kutlu'nun alamet-i farikası yazımındaki samimiyet ve doğallık desem yanlış olmaz. Yani başlığa bakmadan bir sayfa okusam, onun yazdığını anlarım gibime geliyor. İşte buna özgünlük diyoruz, ki üçüncü bir tanım başlığı olarak samimiyet ve doğallığın yanına ekleyebiliriz.
 
Spoiler vererek bir özelliğinden daha bahsedip kapatayım. 
Sonlara doğru aradığı mekanı buluyor Nur. Karaman'da bir tekkenin hücresine yerleşecek. Bu tür bir arayışın sonunda, bir yatak bir halıya razı olacağını beklerken, bir bakıyoruz baştan aşağı döşüyor hücreyi. Kettle'dan kahve takımına varana kadar! İşte Mustafa Kutlu'nun bu tarafı doğal geliyor bana. Romantize etmiyor hikayeyi, gerçekçi. Yani ben de o hücreye yerleşecek olsam ben de alırdım o eşyaları. Dahası, ben de bir hikaye yazıyor olsam, karakterlerimin işlerini böyle tıkır tıkır yoluna koymak isterim. Sinan'ın ailesine yaptırıp döşettiği ev gibi. Bu da yazarın iyimser biri olduğunu gösteriyor sanırım. Bilmiyorum. Ben bir okur olarak anlayıp hissettiğimi söylüyorum sadece... 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder